Ela, henüz 10 yaşındaydı. Saçları omuzlarında dans eder, gözleri heyecanla parıldardı. Dördüncü sınıfa gidiyordu ve artık kendini “büyük” sayıyordu. Ama ona göre büyük olmanın gerçek kanıtı tek bir şeydi: Bir telefonu olmak.
Her sabah okul servisini beklerken, sınıf arkadaşları cep telefonlarından videolar izler, oyunlar oynar, birbirlerine “TikTok’ta ne gördün?” diye sorarlardı. Ela’nınsa sadece bir pembe defteri ve kurşun kalemi vardı. Ne YouTube açabiliyordu ne de sınıf grubundaki mesajları okuyabiliyordu. İçinden hep “Ben de artık büyüdüm ama!” derdi.
Bir gün sınıfta öğretmenleri Esra Hanım, “Arkadaşlar, güvenli internet kullanımı hakkında konuşacağız,” dedi. “Biliyor musunuz, telefonlar çok faydalı olabilir ama sorumluluk da ister.”
Ela’nın aklı hemen bir konuya kaydı:
Acaba ben de artık telefon alabilecek kadar sorumlu muyum?
O gün eve gittiğinde annesinin çay koyduğu sofraya oturdu, biraz cesaret topladı ve sonra pat diye sordu:
— “Anne… Ben ne zaman telefon alabilirim?”
Annesi şaşırmadı, bu sorunun bir gün geleceğini biliyordu.
— “Telefon oyuncak değil Ela’cığım. Telefon olunca mesajlar, oyunlar, videolar değil; sorumluluk da geliyor yanında. Sence hazırsın?”
Ela biraz düşündü. Gerçekten hazır mıydı?
Sonra başını salladı.
— “Evet! Yani… Öğretmen de bugün anlattı. Ben artık dikkatliyim. Zaten okulda bir şey sormak istiyorum, servis gecikiyor. Arkadaşlarla iletişim kurmak da lazım.”
Babası mutfağa geldiğinde konu açıldı. Annesi bir süre sessiz kaldı, sonra şöyle dedi:
— “Ela, sana söz: Eğer bir ay boyunca hem okul hem ev işleri hem de tablet süresine dikkat edersen, sana doğum gününde bir telefon alırız. Ama önce güvenimizi kazanman gerekiyor. Anlaştık mı?”
Ela için bu bir yarış gibiydi. Kuralları belli bir oyundu. Ve o, bu oyunu kazanmak istiyordu.
Günler geçti…
Ela sabahları kendi alarmını kurup uyanmaya başladı. Dişlerini hatırlatılmadan fırçalıyor, okuldan geldiğinde ödevini zamanında yapıyor, ekran süresini aşıp gizlice oyun oynamıyordu. Annesi birkaç kez fark etti bunu. Ve içten içe gülümsedi.
Bir gün annesi mutfağa girdiğinde Ela’yı bulaşık makinesini boşaltırken buldu.
— “Bugün sıra bende miydi?” diye sordu şaşkınlıkla.
— “Hayır ama sana yardım etmek istedim,” dedi Ela, hafifçe başını eğerek.
Babası da fark etti bu değişimi. Akşamları sohbet ederken Ela artık daha dikkatli dinliyor, babasının anlattığı eski gün hikâyelerine gerçekten ilgi gösteriyordu.
Bir akşam babası oturma odasında annesine fısıldadı:
— “Galiba Ela gerçekten hazır.”
Ve o gün geldi çattı…
Ela’nın doğum günüydü. Evin içi balonlarla süslenmiş, duvarda “İyi ki doğdun Ela!” yazısı asılmıştı. Ama Ela’nın gözü başka yerdeydi: Hediye paketlerinde!
Pasta üflendikten sonra babası, küçük ve zarif bir kutuyu uzattı. Ela heyecanla kutuyu açtı. İçinden nar çiçeği rengi bir telefon çıktı.
Ela’nın gözleri doldu.
— “Gerçekten mi? Bu benim mi?”
Annesi gülümsedi:
— “Evet, sen kazandın. Sözümüz söz. Ama birlikte kurallarımızı hatırlayalım, olur mu?”
Babası hemen ekledi:
— “Gece 9’dan sonra telefon yok. Ekran süresi günde 1 saat. Ve her zaman açık iletişim, tamam mı? Ne izlediğini, ne oynadığını bizimle paylaşacaksın.”
Ela başını hızla salladı.
— “Söz! Çok teşekkür ederim! Harika davranacağım!”
İlk günler…
Ela telefonuyla ilk günlerinde adeta bir kaşif gibiydi. Duvar kağıdını değiştirdi, annesiyle birlikte numaraları kaydetti, WhatsApp sınıf grubuna girdi. İlk mesajını en yakın arkadaşı Defne’ye attı:
“Bak artık benim de telefonum var :)”
Ama zamanla Ela şunu fark etti: Telefon çok güzel bir şeydi ama dikkat de gerektiriyordu.
Bir akşam, ödevini yapmak yerine uzun süre video izledi. Annesi fark ettiğinde uyarıda bulundu:
— “Ela, biz sana güvendik. Eğer böyle giderse, telefonu biraz süreyle kenara koyarız.”
Ela o gece çok düşündü. Telefona sahip olmanın bir ayrıcalık olduğunu, ama onu doğru kullanmanın bir yetenek olduğunu anladı. Ertesi gün ödevini yaptı, sonra ekran süresi bitince telefonu kapatıp oyun oynamak yerine resim çizdi. Kendi kararını kendi vermişti. Bu, onu çok mutlu etti.
Ve sonunda…
Ela artık telefonunu sadece oyun için değil, hava durumuna bakmak, ödev araştırmak, dedesiyle görüntülü konuşmak, müzik dinlemek ve fotoğraf çekmek için de kullanıyordu.
Bir gün öğretmeni sınıfa “Sizce teknolojiyi doğru kullanmak ne demek?” diye sorduğunda Ela el kaldırdı:
— “Telefon kullanmak bence özgürlük değil, güven demek. Eğer doğru kullanırsak hem eğlenebilir hem de büyüyebiliriz.”
Sınıf alkışladı. Esra Öğretmen gülümsedi.
Ve o gün Ela anladı: Telefonun en güzel tarafı aslında onunla kurduğu sorumlu ilişkiymiş.
SON
🧡 Ela’nın hikâyesi, her çocuğa şu mesajı veriyor:
Bir şeye sahip olmak için sabır gerekebilir, ama onu hak etmek her zaman daha değerlidir.