Annemin Zengin Olma Hikayesi – Altın Dağın Sırrı

Altın Dağın Sırrı” Bir varmış, bir yokmuş… Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; uzak diyarların birinde, yoksul ama onurlu bir genç yaşarmış. Adı Alper’miş. Alper, dağ köylerinden birinde annesiyle birlikte yaşar, her sabah erkenden kalkar, ormana gidip odun keser, akşam da köy pazarında satarmış. Günlerden bir gün, yaşlı ve kimsesiz bir kadın, Alper’in tezgâhına yaklaşmış. Kadıncağız, üstü başı perişan, gözleri ise yılların yorgunluğunu taşırmış. “Evladım,” demiş titrek sesiyle, “biraz odun verir misin, param yok ama çok üşüyorum.” Alper hiç düşünmeden en kaliteli odunları torbasına doldurmuş, kadının sırtına yüklemiş. Kadın tam gidecekken durmuş, gözlerinin içi parlamış. “Sen iyi bir evlatsın Alper. Sana bir sır vereceğim. Bu dağın arkasında, kimsenin bilmediği Altın Dağı vardır. Ama oraya herkes gidemez. Zenginlik isteyen nice açgözlü oraya yürüdü de dönemedi. Yalnızca kalbi temiz, niyeti doğru olan biri, o dağın altınlarına ulaşabilir.” Alper şaşırmış ama teşekkür ederek yaşlı kadını uğurlamış. O gece gökyüzü yıldızlarla dolmuş, ay pırıl pırıl parlıyormuş. Alper, yattığı yerden gökyüzüne bakarken karar vermiş: “Ben zengin olmak istemem. Ama eğer o altınları köyüm için kullanabilirsem… Belki okulsuz kalan çocuklara okul, çatısız evlere çatı yapabilirim.” Sabah olmuş, Alper sırtına küçük bir çanta alıp yola koyulmuş. Dağın eteklerine vardığında üç farklı patika çıkmış karşısına. Tahta bir levhada şöyle yazıyormuş: “Sol yol: Altınlara hızlı giden yol. Orta yol: Zenginliğe güvenli yol. Sağ yol: Gerçeğe çıkan yol.” Aklı karışmış ama sonunda sağ yolu seçmiş. Günler geçmiş, yollar dikleşmiş, fırtınalar çıkmış, ama Alper pes etmemiş. Yol boyunca birçok kişiyle karşılaşmış. Kimi hasta, kimi aç, kimi yalnız. Hepsine yardım etmiş, yanında ne varsa paylaşmış. Cebindeki azıcık ekmeği, suyunu, hatta ayakkabısını bile. Sonunda Altın Dağı’na varmış. Ama karşısında ne dev bir kale, ne de koruyan askerler varmış. Sadece yaşlı kadının genç hâli gibi görünen bir kadın onu karşılamış. “Hoş geldin Alper,” demiş kadın. “Altınlara ulaşanların çoğu açgözlüydü. Hepsi burada kendi hırslarında kayboldu. Ama sen… Yol boyunca paylaştın, verdin, fedakârlık ettin. Gerçek zenginliğin kalpte olduğunu anladın.” Kadın elini kaldırmış, ve yer titremeye başlamış. Dağ ikiye ayrılmış. İçinde altınla kaplı bir şehir parıldıyormuş. Ama Alper’in gözleri bu ışıldayan altınlara değil, kadınla birlikte gelen çocuklara takılmış. Çocuklar mutlu, sağlıklı ve umut doluymuş. “Bu serveti sana vermiyoruz Alper. Seninle paylaşıyoruz. Çünkü gerçek zenginlik, paylaşınca çoğalır.” Alper, Altın Dağı’ndan aldığı kadar altını, köyüne dönüp büyük bir okul yaptırarak kullanmış. Her evin çatısını tamir ettirmiş. Yetimleri koruyan bir yuva kurmuş. Ama ne gariptir ki, cebinde hep aynı miktarda altını kalmış. Bitmiyormuş, azalmıyormuş. Köylüler ona “Altın Kalpli Alper” demeye başlamış. Alper ise hep şu sözü söyler dururmuş: “Zenginlik sandığınız şey ceplerinizde değil, yüreğinizde başlar.” Ve masal burada bitmiş. Gökten üç altın düşmüş: Biri iyiliğe, biri paylaşmaya, biri de senin yüreğine…

Yorum yapın

Masal Oku En İyi Takipçi Satın Alma Siteleri - Çocuk Hikayeleri

Instagram Takipçi Siteleri en iyi ve güvenilir sağlayıcılara ulaşın.